Spor Sakatlıklarını Anlamlandırmak II: Destek Mekanizmaları ve Hazırlık
- Gorkem Bilenoglu
- 27 Ağu 2024
- 5 dakikada okunur
Dışarıdan oldukça aynı görülebilen sakatlık süreçlerinin, anlamlandırma noktasında birbirinden nasıl ayrılabildiği ve alınan tutumun sonraki süreç üzerinde nasıl büyük ölçüde belirleyici unsur olduğu üzerine konuşmuştum. Farklı hikaye yapıları üzerinden ilerlemişti bu sohbet. Bu bölümde de bir sonraki adımı konuşuyoruz. Evet, spor sakatlıklarıyla ilgili farklı yaklaşımlar var, sporcular süreci farklı farklı yorumlayabiliyor. Sakatlık diyince kafalarında oluşan resimler çeşitlilik gösterebiliyor. Peki bu durumu farkında olmak, pratikte, günlük hayatta, sporculara nasıl fayda sağlayabilir? Sporcu velileri, antrenörler, ve spor organizasyonları sakatlıklar çevresindeki hikaye çeşitliliğini nasıl sporcuların yararına kullanabilir ve onlara güçlü kaynaklar yaratabilir?
Belki de en önemlisi, sakatlıkla ilgili konular sakatlık ortaya çıkmadan önce konuşulabiliyor ve zaten konuşuluyor da olmalı. Sakatlık esnasında ya da sakatlık sonrasında değil. Sporcuyu performanstan, antrenmandan, belki takım arkadaşlarından ve alışık olduğu rutinden 7-8 ay süreyle uzak bırakacak bir menisküs yırtığı yaşandığında, bu şokun yanında sporcunun bakış açısını sağlıklı bir şekilde genişletebilmesini beklemek pek adil değil. Maalesef profesyonel sporda alt yaş gruplarından elit seviyeye kadar sakatlıklar üzerine bir sessizleşme, tabulaştırma durumu var. Neredeyse “adını anmayalım da gelmesin” gibi bir durum bu. Bu tavır sakatlıkla baş etmek zorunda kalan sporcuyu yalnızlaştırıyor ve sudan çıkmış balığa çeviriyor.
Yumuşak geçişler, verimli bir toparlanma süreci, ve fizikselin yanında mental olarak da sağlam bir geri dönüş bekliyorsak konu çevresindeki farkındalığımızı artırmak zorundayız. Sporcunun ayrıntılarıyla sakatlık süreçlerine ve farklı boyutlarda bu süreçlerden geçen sporcuların hikayelerine erişimi olmalı, en azından bir kulak aşinalığı oluşturmalı ve “bu sadece başkasının başına gelebilecek bir talihsizlik” görüşünden sıyrılmalı.
Başkalarının sakatlık süreçleriyle edinilecek repertuar sayesinde, bir, sporcu kendi hikaye çizgisindeki kırmızı bayrakları görmeye daha açık oluyor. Kırmızı bayraktan kastım şu, kendisi deneyimlememiş de olsa, sakatlık yaşayan başkalarının anlatılarında onları sakatlığa daha açık hale getiren küçük detaylar. Ufak sakatlıklarını gizlediğinde, hiçbir belirti yokmuş gibi davrandığında ya da performansının sınırlarında olmanın keyfini yaşarken, kendisiyle benzer tecrübeler yaşamış diğerlerinin hikayeleri de aklının bir kenarında oluyor.
İkincisi, beklentileri yönetmek ve iyileşme süreci içinde pozitif duygularla kalabilmek çok daha kolay bir hale geliyor. Çünkü iyileşmenin lineer ilerleyen bir süreç olmadığını, zaman zaman gerilemelerin, değişkenliğin de sürecin bir parçası olduğunu daha rahat kabul edebiliyor. Burada bir kez daha altını çizmek istiyorum, bu hazırlığın zamanlaması sakatlık sırasında ya da sonrasında değil. Sakatlık yaşanmadan önce.
Zaman zaman unutsak da, değerini göz ardı etsek de, yaşamak için diğer yaşamlara muhtacız. Duygusal tepkilerimizi bile başka yüzlerde okuduğumuz tepkileri taklit ederek öğreniyoruz. İlla ki sakatlık sebebiyle olmak zorunda değil, sosyal çevrenizden izole edildiğiniz bir tecrübeniz olduysa dediklerim belki biraz daha yankı buluyordur. "Tek başına her şeyin üstesinden gelirim, sıkıntıları içime atar eritip onlardan motivasyon devşiririm." anlatısı maalesef bir ilüzyondan başka bir şey değil. Spor ilahı dediğimiz figürler bile tek başına değiller, sadece hikayelerinin böyle anlatılması daha karizmatik ve pazarlama gücü çok daha yüksek.
Tekrardan sakatlık sebebiyle yalnızlaşan sporcuya dönersek, sakatlık yaşandığı andan itibaren sporcu neler yaşandığını anlamlandırmakla ilgili bir sürece giriş yapıyor. Genellikle “Neden şimdi?” ve “Neden ben?” sorularıyla başlıyor bu süreç. Sindirme ve anlamlandırmayla ilgili en çok zorlanılan süreç bu ilk aşama. Sakatlanan kişi bir takım arkadaşı olsa, onu rahatlatmak için tutunacağı tavrı kendisine göstermesi zor olabiliyor. O kadar merhametli, anlayışlı ve kabul edici bir yerden yaklaşamayabiliyor. Hissettiklerinin sadece kendisine özel, dillendirilemez şeyler olduğunu ve bunların birer zayıflık göstergesi olduğunu düşünebiliyor.
Hikayelerin rolü burada sporcunun hislerini rahatça dışarı yansıtabilmesini sağlamak ve bu sayede kendine bir arkadaşına destek olur gibi yaklaşabilmesini teşvik etmek. Sıfırdan bir anlam inşası, hele de sakatlık gibi duygu yükü yüksek bir durum içindeyken gerçekten kolay değil. Bu sebeple, başka hikayelerin belki küçük küçük parçalarıyla kurulan bağlar çok değerli. Örnek olarak kendinden başka birinin de sakatlık sebebiyle suçlu hissettiğini duymak, ya da iyileşme sürecinin zorluğunun yanında bir de güçlü görünmeye çalışmaktan yorulduğunu bilmek, yaşadığı yalnızlığın duvarlarını belki tamamen kıramasa da kesinlikle genişletiyor.
Sporcunun çevresindeki destek mekanizmasının bu süreçte nasıl fonksiyon gösterdiği de, en az öncesindeki hazırlık süreci kadar önemli. Performans çevresinde acı ve sakatlık karşısında sessiz kalmanın yüceltildiği bir baskın anlatı var. Fakat bir yandan bu sessizliğin sporcuya zarar verdiğini de biliyoruz. Yakın çevredeki antrenör, aile, arkadaşlar empati kurmaya ve destek olmaya çalışıyor. Fakat bazen farkında olmadan sessizliği pekiştiren, sporcunun aslında “kalabalık içinde yalnızlık” yaşamasına sebep olabilen bir yaklaşımda da olabiliyorlar.
Bu noktada sakatlık hikayelerinin sadece sporcu değil, sporcunun çevresi için de değeri büyük bence. Gerçek anlamda bir empati kurabilmeleri için, daha önce üst düzey sporun içinde hiç bulunmamış ve sakatlık yaşamamış anne babaya da, olanları anlamlandırmak için elindeki tek kaynak 30 yıl öncesinden kendi tecrübeleri olan antrenöre de, yeni kapılar açabiliyor bu hikayeler. Bu süreçte yardım mekanizmalarının birlikte hareket etmesi, ortak bir amaç çevresinde birleşmesi, aynı zamanda onların da, ne yapacağını nasıl destek olacağını bilemeyen taraflarını rahatlatabilir ve onları da başka tür bir yalnızlıktan kurtarabilir. Çocuğunuz, arkadaşınız, ya da sporcunuz sakatlık sebebiyle zor bir süreçten geçerken eli kolu bağlı, çaresiz hissetmek de sadece size özel bir durum değil.
Birlikte çalışabilmenin yolu, öncelikle ortak bir dil oluşturmaktan geçiyor. Bu yardım mekanizması içindeki bileşenler (yani antrenör, psikolog, aile, fizyoterapist) sporcuya nasıl destek olacağını, onu nasıl dinleyeceğini ve ona nasıl tepkiler verebileceğini öğreniyor. Tabii ki burada bahsettiğim şey yapmacık bir tutum oluşturmak değil. Sporcunun karakteri ve değerleri çevresinde hem rahatlıkla kabul edilebileceği hem de anlaşılabilecek bir dil oluşturmaktan bahsediyorum.
Ailesinden başka, antrenörden başka mesajlar alan, bunu bir de kendi hisleri içinde bir yere oturtmaya çalışan sporcuya, sürekli karışık sinyaller gitmesi pek bir işe yaramıyor. Bütüncül bir yaklaşım sporcunun kendini ifade edebildiğinde duygularının, cümlelerinin, ve açığa çıkan anahtar sözcüklerin çevresi tarafından da duyulmaya yatkın olmasına ortam hazırlıyor. Bu sayede bir de arada kalmakla, anlaşılmamakla ya da duyulmamakla ilgili problem yaşama ihtimali de azalmış oluyor.
Benim sıkça bahsettiğim, anlatılar üzerine çalışan bilim insanı Arthur Frank’in buraya cuk oturan bir sözü var. Diyor ki “When the two inner libraries do not overlap, the dialogue of the deaf arises.” Yani, iki kişinin içsel kütüphanesi uyuşmadığında, sağırların diyaloğu başlar.” Bu noktada sporcuyla kurduğumuz iletişimin duyulmayan ve anlaşılmayan bir seviyede kalmaması için, sakatlık süreçlerine dair repertuarımızı, yani içsel kütüphanemizi genişletmemiz gerekiyor.
Son olarak da, özellikle akademi ve profesyonel düzeyde sakatlıkların, bireysel bir sorun olmaktan çok kültürel düzeyde bir sorumluluk meselesi olduğunu sürekli olarak hatırlamalı ve hatırlatmalıyız. Tam burada narrative induction diye bir kavramdan bahsedeyim. Zaman zaman bilinç düzeyinde, ama aslında çoğunlukla farkında bile olmadan belli bir hikaye kalıbını herkesin hikayesi haline getirmek için harcanan sosyal bir çaba var. Bu kötülük olsun diye yapılan bir şey değil, toplum olmanın getirdiği doğal bir özellik. Bir balık için, çevresini kaplayan su neyse, biz insanlar için bu çaba da aynı öyle, yani görünmez. Farkına varmayıp, tek bir hikayeyi tekrar tekrar pekiştirdiğimizde de bu yapıyı daha da güçlendirmiş oluyoruz.
Sporcunun temasındaki bizlerin, yani yakın çevre ve spor personelinin, öncelikle yapması gereken şey fark etmek. Sporcuya iyi gelen, gelmeyen; işine yarayan ve yaramayan ne gibi şeyler sunuyoruz? Gerçekten bu sorgulama sonucunda mı yaklaşımımızı belirliyoruz, yoksa sadece alışkanlıktan ve şimdiye kadar başka türlüsünü görmediğimiz için mi? Her sporcuya, her durumda aynı yaklaşımı mı uygun buluyoruz, yoksa ortaya çıkan ihtiyaçlarla ilgili ipuçlarını yakalayabiliyor muyuz? Gerçekten bir şeylerin paylaşıldığı çift yönlü otantik ilişkiler kurabiliyor muyuz?
Sizi bu sorularla başbaşa bırakıyorum, sonrasında konuyla ilgili düşüncelerinizi, geri bildirimlerinizi de yine keyifle bekliyorum.




Yorumlar