top of page

Gümüşün Ağırlığı

Bir Düşünce


Pazar günü Kaş’ta bir Arnavut lokantasında yemek yedikten sonra Türkiye-Almanya maçını izlemek için bar kısmına geçtim. Yarı finaldeki Yunanistan galibiyetimizden hemen sonra içimden geçirdiğim cümlenin küçücük huzursuluğu vardı ama geri kalan duygulara ağır basacak kadar da güçlü değildi:


“Muhtemelen hayatımdaki en kusursuz milli takım performansını az önce izlediğimi biliyor ama bundan acı duymuyorum.”


İlk çeyrek bittiği andan itibaren maçın son değilse bile son birkaç topa kalacağı belliydi. Almanlar kutlamaya başladığında, Alperen uzaklara dalıp olan biteni sindirirken, Cedi gözyaşlarıyla uzun uzun Furkan’a sarılırken ben de oturduğum sandalyedeki ağırlığımın iyiden iyiye arttığını hissettim. Gümüşün ağırlığı bana da çökmüştü. Üstelik bu hafta ikinci kez.


Eleştiri niyetini taşıyan tek bir düşüncem bile yok. Bireysel yeteneklerimizin dışında bizi bu noktaya bu şekilde getiren şey turnuva boyunca uyum olmuştu. En az voleybol milli takımımızda olduğu kadar doğal liderler çevresinde birleşen, paylaşımcı ve birbirini yukarı çeken bir atmosfer vardı. Belki de kısa kaldığımız tek nokta bu odaklanmanın 8 maç 38 dakika sürmüş olmasıydı. 358 dakikanın yanında bu 2 dakikanın lafını mı yapacaktık? 


Maçın hemen ertesi günü Tokyo’dan bir haber geldi. Haber değil de “bilgi” desek daha yerinde olur çünkü haber niteliği pek de kalmadı, Duplantis 6.30 ile kendi rekorunu tekrardan 1 cm yukarı çekmişti. Mondo’nun 2020’deki 6.17’sinden itibaren tek başına sıraladığı 14 rekorluk listeye bir kez daha gözden geçirirken bu sayede gümüş madalyanın diğer yüzüne bakabildim. 


Sultanlar’la birlikte oynadığımız ilk dünya kupası finali. Eurobasket’te 24 yıl sonra çıktığımız ilk final maçı. (Oynadığımız son finalde rakibimiz Yugoslavya’ydı ve süper yıldızımız Alperen Şengün henüz doğmamıştı.) İki tarafta da ayakta alkışlanacak, çoğu tek taraflı geçen mücadelelerle finale kadar yürüdük. İki tarafta da daha önce çıkmadığımız seviyelere çıktık. Çıtayı en azından birer santimetre yukarı çektik.


Yakından bakarken gümüşün önce soğuk tarafını hissetmemizin sebebi iki takımın da potansiyeline ulaşmadığını görmüş olmamız. “Kazanabilirdik, biz daha çok hakettik.” Birkaç adım daha geriye atmayı başarıp gümüş madalyanın diğer yüzünü çevirdiğimizde orada bizi bekleyen bir sürpriz var. Madalyanın iki yüzü tıpatıp aynı. Diğer yüzünde de iki takımın da potansiyeline ulaşmadığı yazıyor. Ve bu olabilecek en iyi şey. Bunca yolu yürüyüp bu seviyeye çıkmış olmamıza rağmen hala gelişebilecek bir taraf var. Daha iyi yapılacak bir şey var ve biz bunun ne olduğunu biliyoruz.


Bu iki takım da çıtayı bir kez daha yükseltecek ve biz de bir kez daha neleri daha iyi yaptıklarını konuşacağız.


Tıpkı bugüne gelirken yaptıkları gibi.


Tıpkı Duplantis’in bu hafta 14. kez yaptığı gibi.


Ve tıpkı 15. kez yapmak için elinden geleni ardına koymayacağı gibi.


İki Alıntı


1.

“Bazen bir labirentte ilerlerken uzunca süre bir engelle karşılaşmaman onun içinden rahatça çıkabileceğin hissini verir sana, ama er ya da geç oradan çıkmanın aslında tek bir yolu olduğunu, bunun da geriye dönüp içeriyi girdiğin kapıyı bulmak olduğunu anlarsın.”

  • Zamanın Dalgalar / Hasan Türksel


2.

“Sürekli olarak bilinçli kalan bir ruhun önünde şimdiki zaman ve şimdiki zamanların birbirlerini kovalaması, uyumsuz insanın ülküsü budur işte.”

  • Sisifos Söyleni / Albert Camus


Üç soru


1.

Tüm sorumluluklarım başkaları tarafından yerine getiriliyor olsa boşa çıkan tüm bu zamanda ne yapmak isterdim?


2.

Bugün hayatımın son günü olsa, tamamlanmış bu yaşamıma dair beni en çok rahatsız eden şey ne olurdu?


3.

Kışa dair sabırsızlıkla beklediğim ne var?

 
 
 

Yorumlar


© 2024 by Görkem Bilenoğlu, MSc. 

bottom of page