top of page

Benim Hikayem ve Akış

  • Burada sürekli farklı sporcuların hikayelerini anlatıyorum ama neden bu hikayeler bu kadar ilgimi çekiyor ve performansa dair zihinsel süreçler üzerine neden kafa yoruyorum, biraz ondan da bahsetmek istedim. Çünkü benimki de sonuçta spora bir yaklaşım, bir bakış açısı. Bu bakış açısı da tabii ki benim performansla ilişkimden ya da kendi hikayemde temas ettiğim birçok farklı şeyden bağımsız değil. 


  • Rekabet ve oyun felsefesi bölümünde biraz anlatmıştım aslında oyunla ilişkimi. Oyunda rekabetin biraz aileden de öğrendiğim bir şey olduğunu, dedemle oynadığımız iskambil oyunlarında bile sürekli strateji yaptığımızdan bahsetmiştim. Arkadaşlarımla oynadığım oyunlarda da hep benzer bir yaklaşım vardı oyuna karşı. Öylesine oynanan oyunları, iyi konsantre olmayan ya da oyun ne olursa olsun ciddiye almayan rakipleri hiçbir zaman sevmedim. 


  • Böyle yetişince ve arkadaşlarımın yanında da bu özelliğimi rahatça sergileyince, aslında oyunla benzer ilişki kuran insanlarla daha çok temas halinde buluyorsunuz kendinizi. Çok atletik bir çocuk değildim küçükken o yüzden futbolda ya da basketbolda en iyi olamamak beni rahatsız etmezdi. Ama orada burada oynadığımız masa tenisi, dart, bilardo gibi oyunlarda yenilince içten içe bozulup hırs yapardım. 


  • Dikkatim dağıldığı için mi hata yaptım, sabırsız mı davrandım, rakibimin iyi yapıp benim yapamadığım ne var? Bunların hesabını yapıp çözüm üretmeye çalışırdım. İki taraf da iyi oynadıysa ve ben kaybettiysem, ya da rakibim benden çok daha iyiyse hiç sorun yok. Hatta zevk alırım böyle oyunlardan sonuçtan bağımsız. Ama yapabileceğimin daha altında performans sergilediysem o benim aklıma girer, ve ne olurdu nasıl olurdu diye düşünüp dururum, hala da böyleyim. 2017’de lisede yaptığımız son yatılı gündüzlü maçında yediğim iki gol de hala aklımda mesela pozisyonların tüm detaylarıyla… Artık bu bir lütuf mu lanet mi bilmiyorum.


  • Onları da birer oyun ve potansiyel rekabet alanı olarak gördüğüm için testlerle de hep aram iyiydi. Lise için ailemin yanından Denizli’den ayrılıp Kadıköy Anadolu’da yatılı okudum, sonra da Boğaziçi Üniversitesi’nde psikoloji okudum. Bölüm tercihi yaparken spor psikolojisi diye bir alandan haberim de yoktu bu arada, psikolojiyi de yine kariyer planlamasıyla değil sadece ilgimi çektiği için tercih etmiştim. 


  • Boğaziçi’nde önce dağcılık, sonrasında da kaya tırmanışıyla tanıştım. Dağcılık kulübüyle gittiğimiz bir tırmanış kampı çok aklımda kalan bir kamp. Eskişehir/Karakayalar’da ilk kaya tırmanışımdan sonra tamam dedim, “Ben bu işte daha iyi olmak istiyorum”. Yavaş yavaş futbolun yerini aldı benim için, ilk sene üniversite takımındaydım ama baktım ikisi aynı anda gitmiyor ikinci sene tamamen futbolu bırakıp tırmanışa odaklandım. 


  • Bu sırada isim olarak bilmiyorum hala spor psikolojisi diye bir şeyi, ama bilseydim bile benim için geliştirilebilen, üzerine çalışılabilen bir şeyden çok sahip olunan zihinsel yetenek, odaklanma becerisi gibi şeyleri ifade ederdi muhtemelen.


  • Problem çözme kısmını seven birisi olduğum için ve tırmanış da hem fiziksel hem zihinsel kaynaklarımı fazlasıyla tükettiği için direkt bağlanmıştım. Çünkü sadece güçlenmek yetmiyor, mevcut tutamaklarla en etkili, en tasarruflu çözümü bulmak gerekiyor. Bir nevi puzzle çözüyorsunuz yani. Kaya tırmanışı yaparken bir de düşmeyle ilgili düşünsel süreçler devreye giriyor tabii, nereye çarparım, bu ip beni tutar mı, ya da hamleyi denesem mi yoksa düşmeyi riske etmeden kendimi sağlama mı alsam gibi…


  • İkinci ya da üçüncü sınıftaydım sanırım. Bir yandan tırmanış salonunda çalışıyorum, bir yandan bulabildiğim her fırsatta kaya tırmanışına gidiyorum. Psikolojiyi seviyorum, okuyorum da sürekli ama mezuniyet sonrasıyla ilgili herhangi bir plan yapmamıştım, çünkü tek istediğim şey tırmanmaktı o zaman da. Antalya/Geyikbayırı’nda geçirdiğim bir tırmanış günü, yaklaşık 10 dakika süren tek bir rota bambaşka kapılar açtı benim için. Hikayemin yönünü değiştiren nokta da aslında bu 10 dakikalık tırmanış.


  • Kaya tırmanışa aşina olmayanlar için, belinizdeki ip bir güvenlik önlemi olarak orada ve düşmediğiniz sürece devreye girmiyor aslında. Bir rotayı tamamlamak demek de, hiç düşmeden ya da ipe ağırlık vermeden rotayı sonuna kadar tırmanmak demek. Tırmanış partnerim Emir’le bu rotanın hamlelerini çalışıp parça parça çözmüştük ama bir seferde çıkamamıştık ikimiz de çünkü yerden başlayarak bir kerede çıkmak biriken yorgunlukla ve kolların şişmesiyle daha zor oluyor. Rota oldukça dik ve küçük tutamaklı bir yüzey rotasıydı. Güç kullanarak çıkılabilecek bir rota değil demek bu da. En ufak bir vücut pozisyonu değişiminde ya ayaklar kayıyordu ya da dışarı atıyordu. Yapabileceğimi farkındaydım ama bir yandan da o zamana kadar çıktığım en zor rota olacaktı. Merak edenler için Sarkıt Sektör’de Yorma Beni rotası.


  • Benim tırmanışta en çok baskı hissettiğim anlar yapabilme ihtimalimin olduğunu bildiğim ama bir yandan da kolaylıkla düşebileceğim zorluktaki rotalara giriş anı olur genelde. Ama bu rotaya hazırlanırken, daha düğümümü atarken zihinsel olarak farklı bir şeyler yaşadığımı fark ettim. Dinginlik, özgüven ve rahatlama ama tam olarak ne olduğunu da anlamamıştım o zaman. Yine de hoşuma gittiği için çok sorgulamadan, yakaladığım o alanı bozmamaya özen göstererek sessizce ayakkabılarımı giydim ve rotaya girdim.


  • Tırmanışın detaylarını o gün bile hayal meyal hatırlıyordum ama her şey tam da olması gerektiği gibi gitti. Zorlandığım yerleri neredeyse eforsuz, nabzım bile yükselmeden geçtim ve vücudum zaten ne yapması gerektiğini çok iyi biliyor gibi hissetmiştim. Ben sadece otomatik pilotta giderken izliyorum gibi bir histi ve aslında rota bitip aşağı inene kadar tam ne yaşadığımı da fark edememiştim. Sadece o an orada olmaktan çok mutluydum ve en sevdiğim şeyi yapmanın tadını çıkarıyordum. 


  • Aşağı inip ipi çözdükten sonra bir farkındalık anı yaşandı, ancak o zaman Emir’e dönüp “Az önce çok garip bir şey yaşadım” diyebildim. Tarif etmekte zorlandığım sarhoşluk gibi bir histi ama bir yandan zihnim çok berrak bir yerdeydi ve kontroldeydim. O zamana kadar çıktığım en zor rotayı çıkmıştım hem de hiç zorlanmadan. Hem süreçten hem de sonuçtan acayip memnundum. 


  • Tabii bu toplamda 10 dakika süren bir olaydı. Ben bundan sonra bütün tırmanış tecrübemin buna dönüşmüş olabileceği gibi naif bir beklenti içine girmişim farkında olmadan ama tabii ki de öyle olmadı. Takip eden günlerde yine zaman zaman dikkatimin dağıldığı, zorlandığım süreçleri istediğim gibi yönetemediğim ve çok da faydalı olmayan duyguların denkleme dahil olduğu tırmanışlar yapmaya devam ettim. Bir yandan da düşünmeye devam ediyordum “Ne yaşadım o gün acaba?” diye. 


  • Sonra bu tecrübenin bana özel olamayacağını düşünüp zihinsel olarak nasıl bir şey yaşadığımı araştırmaya başladım ve akış teorisi diye bir şeyle karşılaştım. Tesadüf mü bilmiyorum ama bu teori bir dağcı tarafından ortaya atılmış ve pozitif psikolojinin en ünlü isimlerinden bu adam Csikszentmihalyi. Daha sonra yüksek lisans sürecimde o kadar çok kullandım ki adamın adını şu ismi "Google'lamadan" yanlışsız yazabilen 10 kişi arasındayımdır. 


  • Çok detaylarına girmeyeceğim şimdi teorinin, zaten ayrıntılı bir bölüm yapacağım bu konuda. Podcast’e ismini veren teori, benim de en sevdiğim yaklaşımlardan birisi sporcularla çalışırken kullandığım. En sevdiğin yemeği nasıl sona saklarsan ben de akış ile ilgili bölüm yapmamak için direniyordum ama mecburen gelmiş bulunduk. 


  • Bu teori aslında insan mutluluğu neye bağlıdır, kimler mutlu oluyor? sorularına cevap vermeye çalışıyor. Ve, birçok alandan farklı farklı insanlardan toplanan zengin bi data var, benim tecrübemin tam tarif edemediğim kısımlarını da çok kapsayıcı olunca çok etkilendim. Ortak özellikler şunlardı: zaman algısının kaybolması, yapılan işle bir olma hali, hissedilen netlik ve yetkinlik duygusu ve yapılan işin becerilerin sınırlarında olmasına rağmen eforsuz hissettirmesi.


  • En çok ilgimi çeken şey de şuydu, akış spontan bir şekilde gelişse de, aslında bu kanalı bulabilmek ve daha sık akışta hissedebilmek için kişinin kontrolünde olan şeyler de var. Yani aslında zihinsel antrenman ve farkındalıkla kendi akış kanalına geçebilme ihtimali arttırabiliyorsun. Hem performansını, hem içsel motivasyonunu hem de aldığın keyfi müthiş etkileyen bir durum akış. Sonra buradan spor psikolojisine sektim, zaten o da deniz derya bir alan.


  • Birçok yaklaşım var farklı farklı, akış teorisini biraz romantik ve temelsiz bulan akademisyenler de var. Bu arada kendim çok fazlaca araştırdım, okudum, yüksek lisans yaptım spor psikolojisini üstüne yurtdışında. Hala araştırmaya devam ediyorum ama hem kendi performansımda hem de bire bir sporcularla yaptığım çalışmalarda hala akış, teorik kısmın merkezini oluşturuyor. 


  • Çünkü, bir kere gücü tamamen sporcuya veren bir yaklaşım. Temelde sporuna karşı sevgisi, ve başka hiçbir çıktıyı önceliklendirmeden aldığı zevk ve tatmin üzerine kurulu. Profesyonel sporcuysanız, bu işten para kazanmaya başlamadan çok önce ciddi zaman ve efor ayırıyorsunuz bir spora. Bu kaynakları karşılıksız ayırabiliyor, o süreçte kalıp kazanımlar elde edebiliyor olmak demek zaten oyunun kendisiyle kurulan bir ilişki var demek. Araya giren başka süreçler, başkalarının beklentileri, standartlar, spor çevresindeki ilişkiler ve dışsal motivasyon kaynakları sporcunun en başta kurduğu bu ilişkide tıkanıklıklara yol açabiliyor. 


  • Benim bakış açımda akan suyu tıkayan bir taş varsa, suyu bir şekilde taşıyarak taşın diğer tarafına geçirmektense taşı fark edip kaldırmak daha etkili ve doğal bir çözüm. Sporla kurulan ilişkide de bu akışın en baştan olduğunu, keyif ve anda olmak üzerine kurulduğunu ve sonrasında tıkandığını düşünüyorum birçok sebeple. 


  • Zihinsel süreçleri fark etmek, ve sonrasında kendi performansıma yaklaşımımı değiştirmesi bende çok fazla kapı araladı ve bunu paylaşmak aslında beni heyecanlandırdı. Tabii ki bunu keşfedip profesyonel bir tırmanışçı olmadım. Ne böyle bir odağım oldu, ne de buna el verecek bir fiziksel altyapım var. Ama tırmanıştan aldığım keyif ve tırmanışla olan ilişkimin hayatıma etkisi noktasında çok şey değişti. Sonuçta ben de bu alanda potansiyelim neyse, ona ulaşmaya çalışıyorum.


  • Hem tırmanışçılarda, ve hem gözlemlediğim hem de birlikte çalıştığım farklı branşlardan sporcularda keyiften ziyade kızgınlık, zedeleyici bir hırs, öfke gördüğüm zamanlar oluyor ve bunun sürekliliğe nasıl zarar verdiğini de gözlemliyorum. Süreçten kopuk, kontrolü yitirmeye yatkın ve sonuç odaklı olabiliyor bu performansa yaklaşım şekli. Ve günün sonunda başarı geldiğinde bile tatmin çok kısa sürüyor ve potansiyel başarısızılığın kaygısı hemen ortaya çıkıyor tekrar. 


  • Siz de, kendi performans verdiğiniz alanda sonuçlara sıkı sıkıya bağlı duygusal iniş çıkışlar gözlemliyorsanız, ya da performanstan bağımsız bir şekilde yapılan işten alınan keyfin git gide azaldığını hissediyorsanız, yaygın görünün aksine hayır bu profesyonellik demek değil, orada sürece dair atlanan, göz ardı edilen, hatta bazen kısa vade çıktılar için kasıtlı bastırılan bir şeyler olabilir. Bu tıkanıklık krize dönüşmeden sorumluluk alıp bu süreçleri incelemek belki de çok dönüştürücü bir deneyim olabilir. Bu sayede aşkla başladığınız sporunuza düşman haline gelmekten korur sizi. 


  • Zihinsel süreçlere dair uzunca bir seri planladım. Bu ilk bölümdü. Akış teorisi de dahil olmak üzere performansın zihinsel kısmı üzerine ayrıntılı ayrıntılı konuşmaya devam edeceğim sonraki bölümlerde. Önümüzdeki hafta spor ve egzersiz arasındaki fark nedir, rekabet, oyun, performans gibi kavramlar nerede dahil ve psikolojiyle ilişkisi nedir bunlardan bahsedeceğim. Bana merak ettiğiniz konuları instagram üzerinden yazarsanız onları da dahil etmeye çalışırım.

 
 
 

Yorumlar


© 2024 by Görkem Bilenoğlu, MSc. 

bottom of page