top of page

Beden Dili: Performansın X Faktörü

  • Genellikle podcast ve blog yazılarım için konu başlıkları üzerinden planlama yapıyorum. Hikayesi beni çok etkileyen ya da güncel bir olay üzerine söylemek istediğim şeyler olunca onları araya alıyorum. 


  • Bazı konu başlıklarında şöyle oluyor, çok önceden yazıyorum, bununla ilgili nelere değinsem güzel olur diye belirliyorum. Ama sıra o konuya geldiğinde daha sonra yaparım bu konu çok güzel daha sonra anlatayım diyip erteliyorum. Konu ne kadar ilgimi çekiyorsa ve ne kadar önem veriyorsam o kadar sonraya bırakıyorum. Burada muhtemelen mükemmeliyetçi taraflarım devreye giriyor. 


  • Beden dili de, podcast fikriyle ilgili somut adımlar atmaya başladığım zaman, planladığım ilk 5 bölümden biriydi. 21. bölüme kadar dayanabilmişim. Bu sınıfın en VIP üyesi tabii ki Akış. Önceki bölümlerde kendi hikayemi anlatırken mecburiyetten biraz giriş yapmıştım. En azından hala Akış’la ilgili bölüm yapmamış olmanın verdiği rahatlıkla bugün beden dilinden, ve bu kavramın hem performansa hem de rekabete yansımasından bahsetmek istiyorum. 


  • Beden dilini bir süredir ben de unutmuştum dürüst olmak gerekirse, ta ki geçtiğimiz ayın sonuna kadar. Ocak ayında tenisin dört büyük turnuvasından biri olan Avustralya Açık oynanıyor. Benim de genellikle Ocak motivasyonuyla ilk turlardan itibaren en sıkı takip ettiğim turnuva bu turnuva oluyor. Ocağın son haftasonunda da cumartesi günü kadınlar pazar günü de erkekler finali yapılıyor. 


  • Kadınlar finalini kazanan Madison Keys’in beden dili maçla ilgili en çok aklımda kalan şey olmuştu. Son iki Avustralya Açık şampiyonu dünya bir numarası Sabalenka karşısında bir kere bile vücuduyla negatif bir mesaj vermedi. Sabalenka dünya 1 numarası, Keys ise o sırada 19 numaraydı. Bir Grand Slam finali için bu alışılmadık bir durum. Çoğunlukla 1. Ve 2. Final oynar. Bir sürpriz olmuşsa bile ilk 5 oyuncudan ikisi kortta olur. Oyun tekrar aleyhine dönüyor gibi gözüktüğü zamanlarda bile o kadar kararlı ve netti ki, bu beden dilini sporcular izlesin ve çalışsın, notlar alsın diye düşündüm.


  • Ertesi gün erkekler finalinde son söylediklerimi Zverev için de düşündüm, ama bu sefer nasıl gözükmemeleri gerektiği üzerine mesajlar çıkarmak için. Özellikle ikinci setten itibaren iyice yüzü düşmeye başladı, kendini çok kastığı belliydi ve rahat hareket etmiyordu. Bu da oyununa bir sonraki puanı almak değil de o puanı kaybetmemek için oynamak olarak yansıdı. Yani sürekli hatadan kaçınmaya odaklanıp hataya doğru gitti. Yaptığı hatalardan sonra yaşadığı iç çatışma direkt dışarı yansıyordu ve bir rahatlamaya ulaşmadan bir sonraki puan oynanmaya başlıyordu. Zaten ikinci setin sonunda raketleri kırarak bu beden dilini taçlandırdı ve nihayetinde maçı 3-0 Jannik Sinner kazandı. 


  • Bu iki maç üzerine de kısa birer yazı yazdım, girişi uzatıp burayı tenis yorumlamaya çevirmeyeyim. Akış Açısı’nın instagram sayfasında bulabilirsiniz bu postları.


  • Bir tenisçiyseniz ya da başka bir branşın sporcusuysanız ve beden dili üzerine çalışıyorsanız bu iki maçı izleyip sizde uyandırdıkları hisleri bir gözlemlemenizi tavsiye ederim. Bunu skordan bağımsız ve skorla bağdaştırarak da yapıp arada nasıl bir ilişki olduğunu da inceleyebilirsiniz. Belki de benim için algıda seçicilik ama iki maçtan de uzun ralliler ya da setlerin kırılma anlarından çok vücut dilleri ve korta hakim olan duygular aklımda kaldı. 


  • Biz iletişim dediğimizde genellikle sözlü iletişimi kastediyoruz. Kalabalık bir yerde, sürekli göz göze gelip bakıştığınız ama hiç konuşmadığınız biriyle iletişim kurup kurmadığınızı sorsam muhtemelen kurmadığınızı söylersiniz. İletişim diyince seçilen kelimeler, tonlamalar, verilmek istenen mesajın netliği gibi konulardan bahsediyoruz. Ve sanıyoruz ki, biz söylemek istediğimizi söyleyip ağzımızı kapatınca bütün iletişim bitiyor. 


  • Halbuki iletişim duygu, düşünce, bilgi, hissiyat, herhangi bir verinin her türlü biçimde karşılıklı aktarımı anlamına geliyor. Bu da demek oluyor ki iletişim çoğu zaman ağzımızı açmadan çok önce başlıyor ve konuşma bittikten sonra bile devam ediyor. Takım sporu olsun olmasın, saha içindeki iletişimi, o rekabetin dilini gözlemlemek benim spora dair en sevdiğim şeylerden bir tanesi.


  • Penaltıyı kullanan futbolcu ve kaleci arasındaki iletişimin, servis kırma sayısı öncesinde iki tenis oyuncusu arasında gerçekleşen o anlık iletişimin ya da boks, taekwondo gibi sporlarda hakem müsabakayı başlatmadan hemen önce yaşanan iletişimin çok zengin ve sonuç üzerinde belirleyici olduğunu düşünüyorum. 


  • Beden diliyle ilgili sporu ve rekabeti ilgilendiren iki önemli mekanizma var bence. Birincisi beden dili yoluyla iletişim mesajı gönderen tarafından da, mesajı alan tarafından da bilinçdışı bir düzeyde gerçekleşebiliyor. İkincisi beden dili yoluyla verdiğiniz mesajların üzerinde, aynı konuşarak verdiğiniz sözlü mesajlar gibi, 100% bilinçli bir etki sahibi olabilirsiniz. Şimdi bunları biraz açayım. 


  • En sevdiğim şey bi konunun evrimsel psikolojiye bağlanması. Binlerce yılda edindiğimiz ve koruduğumuz tüm beceriler gibi, beden dilini okumada da bu kadar gelişmiş olmamızın bir sebebi var. O da bu becerinin hayatta kalabilme ve sosyal bağ kurma ihtiyacımıza bir yanıt olarak gelişmiş olması. Günümüzde birbirimizden temel ihtiyaçlar noktasında daha kopuk yaşıyoruz belki ama özünde bu mekanizma hala geçerli, insan sosyal gruplar içinde hayatta kalabiliyor. Dışlanma ve yalnızlık gibi durumlara bu yüzden fiziksel acıya benzer bir tepki veriyoruz. 


  • Bulunduğu ortamdaki diğerlerinin sözsüz ipuçlarını en iyi okuyan bireyler, hem çevresindekilerle daha iyi uyum sağlıyor ve işbirliği içinde olabiliyor, hem de potansiyel bir tehlikeyi daha önceden fark edebiliyor. Bu sayede hayatta kalma şansı artıyor, üreme şansı artıyor ve bu özelliğe sahip bireyler soylarını daha çok devam ettiriyor. 


  • Beden dilini okumak doğduktan sonra öğrendiğimiz değil, başka hiçbir dil bilmezken doğuştan sahip olduğumuz bir beceri. Bir bebek, olayları nasıl yorumlayacağını bile çevresindeki yetişkinlerin beden dillerini gözlemleyerek öğreniyor.


  • Korku ve öğrenme üzerine bebeklerle yapılan çok güzel bir çalışma vardı, daha önce hiç yılan görmemiş bebeklerin yanına oyun oynarken kocamana zehirsiz yılanlar bırakıyorlar. Bu sırada ebeveynleri, bebeklerin onları göremeyeceği bir yerden izleyip kafayı yiyor tabii ki. Ama bebekler gayet rahat ve meraklı bir şekilde yılanları keşfetmeye çalışıyor. Sıktırıp, havaya kaldırıyorlar. Muhtemelen bu sırada ailelerini görebilselerdi, korkup ağlamaya başlarlardı. Çünkü onların beden dilinden kendilerinin tehlikede olduğu mesajını alıp bu sefer aynı durumu tehlikeli olarak yorumlarlardı. 


  • Buradan tekrar sahalara ve kortlara dönelim, bir sporcu da aslında bilinçdışı bir seviyede sürekli olarak rakibinin, takım arkadaşının, antrenörünün beden dilinden veri topluyor. Elde ettiği bilinçli ya da bilinçsiz verilere göre sürekli gerçekliği algılayışı etkileniyor.


  • Bir tenis maçını izlemeye gittiğinizi düşünün, oyuncular hakkında hiçbir fikriniz yok ve ilk birkaç puanı izleyip ikisinden birinin kazanmasına bahis oynamanız isteniyor. Oyunculardan bir tanesi dik duruyor, başı yukarıda, bakışları daha sabit ve yüzünde konforlu bir ifade var. Puan kaybettiğinde ve kazandığında verdiği tepkiler benzer. Diğer oyuncununsa omuzları hafif düşük ve puan aralarında bakışları yerde. Pozisyonlara verdiği anlık tepkiler mimikler yansıyor ve diken üstünde olduğunu belli eden belli belirsiz bir ifade var. 


  • Bahsi hangi taraftan yana kullanırsınız? Tabii ki de ilk anlattığım oyuncuyu seçersiniz. Birkaç saniyede verdiğiniz bu kararın sebebi sorulduğununda da muhtemelen sadece öyle hissettim dersiniz. İşin can alıcı kısmı, korttaki oyuncular da bu işaretleri okuyor. Rakibinin beden diline göre içinde bulunduğu durumu olduğundan daha büyük bir tehdit gibi algılayabiliyor. Ya da rakibinin yorgun, dikkati dağınık, öfkeli ya da endişeli olduğunu görüp kendi kazanma şansının daha yüksek olduğu çıkarımını yapabiliyor. Bütün bu süreç, oyuncular arasında tek bir kelime konuşma bile olmadan ve bilinçdışı bir düzeyde gerçekleşebiliyor. 


  • Şimdi ikinci kısma gelelim, o da beden dili iletişiminizin bilinçdışı seviyede gerçekleşebileceği gibi vereceğiniz mesajların üzerinde tamamiyle bilinçli bir etkiye de sahip olabileceğiniz.


  • Performans esnasında beden diliyle verilen mesajlar üç önemli kaynağa ulaşıyor. Birincisi sporcunun rakibi ya da rakipleri, ikincisi sporcunun varsa takım arkadaşları, antrenörü, ekibi ve ailesi. Üçüncüsü ve en önemlisi de sporcunun kendisi. 


  • Duygular davranışları yönlendiriyor tabii ki ama bu tek yönlü bir etkileşim değil. Aynı zamanda davranışlar da duyguları ve inançları etkiliyor. Buna en güzel örnek yakın arkadaşınızla komik bir konuşurken birden bire gülmeye başladığınızı ve dakikalar boyunca gülmekten artık yüzünüzün yorulup karnınızın ağrıdığını hatırlayın.


  • Bahsettiğiniz şey evet komikti muhtemelen ama 15 dakika boyunca nefes alamayacak kadar komik değildi muhtemelen. Ama bir kere gülme davranışı başladıktan sonra, bu konunun çok komik olduğuna dair inancınızı besledi. Bu inanç arttıkça daha çok güldünüz, daha çok güldükçe bu inanç daha da beslendi derken kendinizi karnınıza kramp girerken buldunuz.


  • Bu hissi yakın zamanlarda yaşamadıysanız, şimdi podcasti durdurun ve keyfiniz yerinde olmasa da 1 dakika boyunca gülümsemeyi deneyin. Yüzdeki belli kasların aktive olması, muhtemelen beyne mutlu olduğunuza dair geribildirim gönderecek ve 1 dakika öncesinden daha mutlu hissedeceksiniz. Bu durum beden dilimin bana verdiği mesajın gücüne dair bence en iyi örnek. 


  • Aynı senaryoda arkadaşımın da katıla katıla güldüğünü görmek de etkiyi arttırdı tabii ki. Daha kalabalık bir arkadaş grubunda olduğunuzu ve uzun bir sürenin ardından sonunda herkesin gülmesinin geçtiği anı düşünün. Bu anda tek bir kişinin kıkırdaması tekrar bütün grubu güldürmeye yetebilir. Çünkü benzer tepkileri paylaştığımız, adeta bir süreliğine senkronize olduğumuz insanların duygularını sanki kendimiz yaşıyormuş gibi hissederiz. Bunu da beyindeki ayna nöronlar sayesinde yaparız. Takım sporlarında her zaman saha içindeki modu belirleyen, takım içinde olumlu duyguların sürekli olarak yayılmasını besleyen bir ya da birkaç kişinin görevi bu yüzden çok kritiktir. 


  • Rekabetçi spor birçok duyguyu barındıran ve ne kadar iyi olursanız olun, o duygusal iniş/çıkışlardan muaf olmadığınız bir sahne. Bu sahnede nasıl performans için stratejiler belirleyip teknik, taktik ve fiziksel hazırlık yapıyorsanız, aynı incelikle bir iletişim stratejisine de sahip olmanın belirleyici bir faktör olduğunu düşünüyorum. Zaten bu yüzden, dünya iki numarası olan elit bir tenisçinin bir Grand Slam finalinde maç devam ederken raket kırarak rakibine böylesine bir psikolojik üstünlük hediye etmesini anlamlandıramıyorum. 


  • Bölüm sonunda bunların pratik çıktıları neler olabilir, onunla ilgili küçük bir tavsiye vereyim. Kendinize, takımınıza ve rakibinize vermek istediğiniz mesajları net bir şekilde belirleyin. Sonra kendinize şunu sorun bu mesajları sözlü ya da sözsüz nasıl iletebilirim? Aynı şekilde vermek istemediğiniz mesajlar konusunda da net olun. Ve bu sefer de şunu sorun: hangi davranışlarım, hareketlerim ve mimiklerim vermek istemediğim mesajlar veriyor?


  • Bu sorunun cevabı olarak üzerinde çalışacağınız birçok algılayış ve davranış kalıbı çıkacaktır. Bunları fark ederek ve değişimle ilgili stratejiler belirleyerek, performansınızı tahmin edemeyeceğiniz noktalara taşıyabilirsiniz. 

 
 
 

Yorumlar


© 2024 by Görkem Bilenoğlu, MSc. 

bottom of page