top of page

Ayna Benlik ve Başarısız Olma Korkusu

  • Lunaparklarda ayna odaları vardı, muhtemelen hala vardır ama son gidişimin üstünden baya zaman geçtiği için emin olamadım. Bu odalarda farklı eğimlerde çukur ve tümsek aynalar vardı. İşte kendinizin çarpıtılmış yansımlarına bakıp gülüyordunuz ya da korkuyordunuz. Bir de duvarları aynadan oluşan labirentler vardı ve aynalara toslamadan yolunuzu bulmaya çalışıyordunuz. 


  • Gerçeklik algısını kısa süreli de olsa kıran bir durum, tabii küçükken labirente girip felsefi sorgulamalar yapmıyorduk hiçbirimiz. En azından ben yapmıyordum. Hangi görüntünün gerçek, hangisinin yansıma, hangisinin yansımanın yansıması olduğunu çözmeye çalışıyordum. Şuan farkediyorum ki, tamamen farklı bir dünyadaymış gibi hissetmemin sebebi de, günlük hayatta duyularımla edindiğim bilgilerin, hislerin gerçekliğin ta kendisi olduğundan emin olmammış. Yani ben, bir şeyi nasıl görüyorsam, duyuyorsam ya da elimdeki verilerle onunla ilgili nasıl fikir yürütüyorsam ona ait somut gerçeklik benim için o oluyor. 


  • Ama insan büyüyüp sosyal ortamlarda bulunmaya devam ettikçe, başkalarıyla etkileşime girdikçe herkesin kafasında kendi gerçeklik üretme merkezinin olduğunu farkediyor. Ve çoğu zaman da bu merkezler, aynı durumlara bakıp farklı sonuçlar çıkarıyor. Aklıma gelen şöyle bir soru var: madem ayna labirentleri gibi ortamlarda, gerçekliğin oluşturulan ve manipüle edilebilen bir şey olduğunu kolaylıkla fark edebiliyoruz, o halde günlük hayatımızda da algılarımızı ve kabullerimizi şekillendiren aynalar olabilir mi? Eğer varsa bunların birer ayna olduğunu fark etmek işimize yarar mı?


  • Kendimize dair algımızı oluşturmamıza yardım eden aynaların olup olmadığı sorusu hiç de yeni bir soru değil ve bölüme ismini veren “ayna benlik” kavramı 1902’de bu soruya kafa yoran Charles Cooley tarafından ortaya atılmış. Onun teorisine göre, kişi kendilik algısını başka insanlar üzerinde yarattığını düşündüğü izlenim üzerinden kurguluyor. Cümlenin biraz karmaşık olduğunu farkındayım, bunu adım adım ve bir örnek üzerinden daha ayrıntılı inceleyelim. Örneğin sonuna geldiğimizde kavramlar netlik kazanıp oturmuş olacak.


  • Benim insanlar hakkında belli fikirlerim ve izlenimlerim olduğuna göre insanların da benimle ilgili izlenimleri olmalı. O yüzden ben bir davranışta bulunduğumda, ilk adım olarak, karşımdaki insanın bana dair bir gözlem yaptığını düşünüyorum. İkinci adım, yaptığı bu gözlemi değerlendirdiğini düşünüyorum (iyi, kötü, istenen ya da istenmeyen olarak etiketlemesi gibi…). Son olarak da, karşımdaki insanın yaptığı değerlendirmenin varsayılan çıktısına göre, kendim bir takım duygular hissediyorum (bunlar da gurur, utanç gibi temel duygular olabilir).


  • Bir tık daha somutlaştıralım. Bir futbolcuyum ve önemli bir maçın kritik bir noktasında penaltı kaçırıyorum. Antrenörümün gözünden kendimle ilgili bir izlenim kurguluyorum: Görkem baskı altında iyi performans gösteremedi. Sonra antrenörümün bu izlenimle ilgili yaptığı değerlendirmeyi kurguluyorum: Görkem iyi bir futbolcu olmak için gereken soğukkanlılığa sahip değil. Son olarak antrenörümün gerçekleştirdiğini düşündüğüm yine varsayımsal değerlendirmeye duygusal bir tepki veriyorum: hayal kırıklığı ve utanç hissediyorum. 


  • Dikkat ettiyseniz burada ortaya çıkan duygular penaltı kaçırmamın direkt bir sonucu değil. Davranışımın, benim için önemli insanlar tarafından nasıl algılanacağını ve değerlendirileceğini düşünerek bunlara duygusal bir tepki veriyorum. Bahsedilen adımlar bazen çok net bir şekilde sporcunun farkındalık seviyesinde gerçekleşiyor. Yani antrenörümü hayal kırıklığına uğrattığımı düşündüğüm için utanç hissettiğimi biliyorum. Birçok zaman ise, başarı ve başarısızlık tanımımlarına gömülü olarak yerleştiği için böyle bir süreç yaşadığımı bile farkında olmuyorum. Bütün bu duyguların kaynağının kaçan bir penaltı olduğunu savunuyorum. 


  • Performans kaygısı bölümünde, sahne korkusuyla ilgili benzer bir döngüden bahsetmiştim. Orada gerçekleşen düşünsel süreci bi hatırlayalım. Sunum yapacağım, sunum istediğim kadar iyi olmayacak, bu yüzden sunumumu beğenmeyecekler, bu yüzden benimle ilgili olumsuz düşüncelere sahip olacaklar, bu yüzden ben de kendimle ilgili olumsuz düşüncelere sahip olacağım ve bu yüzden bunun olmasını istemiyorum. Aslında zincir bu şekilde, ama bu düşünce kalıpları birbirine arka planda bağlı olduğu için sahne korkusunu şöyle algılıyorum: sunum yapacağım ve bunun olmasını istemiyorum. 


  • Sahne korkusu, başarısız olma çekincesi ya da hata yapma kaygısıyla ilgili sürece dair çok da yerinde olmayan varsayımlarımızın olduğunu belki de dinlerken farketmişsinizdir. Birincisi, karşımdakinin yaptığını düşündüğüm gözlem aslında tamamen benim ürettiğim bir ön kabul. Penaltı örneğinde mesela, antrenörümün yaptığı gözlem penaltıyı kaçırdıktan sonraki beden dilim ve zihinsel toparlanmam üzerine de olabilir. Hataya verdiğim tepkiyi inceliyor da olabilir. Ya da gerçekten de penaltıdan yararlanamamakla ilgili anlık hayal kırıklığı hissetmiş olabilir ama bunun direkt olarak benimle bir alakası yoktur. 


  • İkincisi, davranışlarım ve sonuçları üzerine en çok gözlem yapan da en çok değerlendirme yapan da açık ara benim. Yani elde ettiğim bir başarı ya da yaptığım bir hata, benim aklımda yer edindiği kadar çevremdekilerin hatta en yakınlarımın bile aklında yer edinmiyor. İnsanlar değerlendirse bile, performansımdan çok benim performansıma verdiğim tepkiyi değerlendiriyorlar. Ama ben anlık bir şekilde bütün dikkatimi yapmak üzere olduğum işin sonuçlarına odakladığım için, sanki tüm insanların da bana dair düşüncelerini bu sonuçlar belirleyecekmiş gibi hissediyorum. Ve bu noktada üzerimdeki yük ikiye katlanıyor: başarılı olmak ve çevremdeki insanların gözünde başarılı sporcu imajını korumak. 


  • Bu noktada en başta sorduğum iki soruya dönüyorum: “Günlük hayatımızda algılarımızı ve kabullerimizi şekillendiren aynalar olabilir mi? Eğer varsa bunların birer ayna olduğunu fark etmek işimize yarar mı?” Cevabım birer evet. Çevremdeki insanlar bazen farkında bile olmadan sürece dahil olup performansım ve ona dair duygularım arasında yansımalar oluşturuyor. Bunların ön kabuller, varsayımlar ve zihin okuma içeren süreçler olduğunu farkındaysam, kendimi ifade etmek, etkili iletişim kurmak ve duygusal süreçlerimi yönetmek üzerine çalışabilirim. 


  • Ama bu aynaların, yansımaların farkında değilsem ve performansımın direkt olarak ona dair duygu ve düşüncelerimi ürettiğini düşünüyorsam, arada üzerinde çalışabileceğim süreçleri de es geçmiş oluyorum. Bu noktada mekanizma “Utanç ve hayal kırıklığı duygularını yaşamamak için ne yapabilirim?” üzerine çalışıyor.


  • Başarılı olma isteğiyle başarısız olmama isteği kulağa çok benzer gelse de, aralarındaki nüans yaptığınız işle ilişkinizi belirliyor olabilir. Birinde hedef sahibiyken diğerinde sizi kovalayan bir şeyden kaçarsınız. Amacım hata yapmamak ve hatanın getirdiği utancı yaşamamak olduğunda, istemsizce sistemin temeline utanç duygusunu yerleştirmiş oluyorum. Bu da çevresel faktörler (yani antrenör, aile ya da anlık performans) bendeki utanç duygusunu belli noktalarda tetikleyecek demek. 


  • Utanç ve suçluluk tetiklendiğinde sporcunun verdiği tepkiler elinden geleni yapmama, antrenmanla ilgili isteksizlik, sporu bırakma isteği, kendine ve çevredekilere yöneltilen öfke, düşük özgüven ve motivasyonsuzluk oluyor. Bunlar da yine utanç duygusunu besliyor ve spiral gittikçe derinleşiyor. 


  • Peki, performansımla aramda kaçınma temelli, yani yapmak istediklerim gerçekleştirmek yerine yapmak istemediklerimi engellemek odaklı bir ilişki olduğunu nasıl fark ederim ve bununla ilgili nasıl aksiyona geçebilirim? Bu süreçte bilincinde olmadığım çevresel faktörleri nasıl fark ederim?


  • Kendime şu soruyu sorarak başlayabilirim: Performansım aracılığıyla nasıl bir imaj oluşturmaya ya da nasıl bir imajı korumaya çalışıyorum? Dayanıklı, güçlü, havalı, agresif, umursamaz, baskın… Böyle bir imkan varsa performansınız esnasında kendinizi izlemek de bu soruyu cevaplarken güzel bir kaynak ama şart değil. Dışarıya nasıl bir görüntü, nasıl bir algı oluşturmaya çalıştığınızı fark etmeye çalışın. 


  • Çok sevdiğim bir kavram, “brutally honest” direkt çevirisi acımasız dürüstlük. Acımasız bir dürüstlükle bu imajların hangilerinin gerçekten daha iyi performans göstermenize hangilerinin egonuza hizmet ettiği ayrımını yapmaya çalışın. Aynı zamanda performansınıza hizmet edebilecekse bile, karakterinizle uyuşan içinize sinen özellikler olmalılar. Şöyle ki, bir sporcu gerçekten agresyonu fiziksel ve zihinsel uyarılma seviyesini yukarı çekmek için kullanıyor olabilir. Ama başka bir sporcu için agresif gözükmeye çalışmak sadece ekstra yük olabilir çünkü agresyondan beslenmek kişilik yapısına uygun değildir ve sadece dikkatini dağıtıyordur. 


  • Hem performansınıza hizmet etmeyen hem de karakterinize uymayan bazı imajlar bulabildiyseniz, güzel bir ilk adım attınız. Bu imajların da bir rolü var ve rastgele bir şekilde ortaya çıkmıyorlar. Muhtemelen dışarı yansıtmak istemediğiniz ve henüz üzerine çalışmadığınız taraflarınızı örtmek için kullandığınız yamalar. Fark ettiyseniz burada yine bir kaçınma var. Aynı başarılı olmayı hedeflemek yerine başarısız olmaktan kaçınmakta olduğu gibi. 


  • Bunlar taşıdığınız zihinsel ağırlıklar. Hayatınızın en iyi performansını düşünün: her şeyin basit gözüktüğü, kendiliğinden en iyi haline ulaştığı ve aktığı anları. Bu anların ortak özelliği hali hazırdaki becerilerinizle birlikte, yaptığınız işten keyif alarak gerisini akışına bırakmış olmanız. 


  • Akış deneyimiyle ilgili şöyle ilginç bir şey var beynin planlama, problem çözme ve bilinçli karar verme gibi görevlerinden sorumlu olan frontal bölgenin aktivasyonu bariz şekilde azalıyor. Bu da demek oluyor ki, optimal performans seviyesine ulaşabilmek için daha çok aktivasyona ihtiyacın yok. Tam tersine, zihinsel antrenman ile işine yarayan otomatik süreçleri ve bu süreçlere yardımcı olan mental yapının direksiyonu ele geçirmesine izin vermeye ihtiyacın var.


  • Ama denkleme dışarıya nasıl gözükmen gerektiği, insanlarda oluşturmak istediğin algıyı uyandırmak için ne yapman gerektiği ya da hangi davranışlardan kaçınman gerektiği süreçlerin dahil olması demek, frontal lobunda havai fişek gösterisi var demek. Bu da akışa girebilmekten çok uzaksın demek. 


  • Bence kaçınma ve olmaktan ziyade dışarıya yansıtma gibi zihin yapılarının hem performansa hem de iyi oluşa verdiği en büyük zarar böyle bir yoldan geliyor. Detaylandırarak anlattığım, ayrıntısına girdiğim bu süreçlerin hepsi saniyeler içinde ve büyük bir algısal alışkanlık bütününün bir parçası olarak gerçekleşiyor. Bu yüzden de çoğunlukla bu yollara saptığımızı bile fark edemiyoruz. Ama, her bölümün sonundaki kamu spotunda tekrarladığım gibi, bu farkındalığı kazanmak da sizin sorumluluğunuzda. Harekete geçebilmek için önce ne üzerinde çalışacağınızı  görebiliyor olmalısınız. 


  • Bu bölüm uzun değil ama yoğun bir bölüm oldu gibi hissediyorum, sizde nasıl düşünceler uyandırdığını ve hangi açılardan bağ kurup hangi açılardan yabancı hissettiğinizi benimle paylaşırsanız sevinirim.

 
 
 

Yorumlar


© 2024 by Görkem Bilenoğlu, MSc. 

bottom of page