Akış ve Özgüven
- Gorkem Bilenoglu
- 9 Nis
- 6 dakikada okunur
Önceki bölümleri dinlememiş/okumamış ve ilk olarak bu bölümden başlayanlar için çok kısa, akış bu podcaste ismini veren bir pozitif psikoloji teorisi. Bu teori iyi oluşu, uzun vade mutluluğu ve tatmini, aynı zamanda da performansı etkileyen faktörleri inceleyen bir teori. Hani bazı işleri yaparken o işin içinde kaybolursunuz, her şey akar gider, çok keyif alırsınız, ne dünü ne yarını düşünürsünüz ve genelde bu şekilde yaptığınız işin çıktıları da güzel olur. Akış teorisi İşte o anların genel iyi oluş ve performansla ilişkilerini tartışıyor.
Özgüven de, daha önce podcastte çok girmediğim bir konuydu. Ama birincisi, yaptığı işte kendi sınırlarını keşfeden ve onları yukarı taşıyan herkes için en elzem mental becerilerden birisi. İkincisi de etrafında en çok yüzeysel konuşmaya sahip konulardan biri. Yani, siz de denk geliyorsunuzdur motivasyona, disipline, odaklanmaya yönelik birçok içerik karşıma çıkıyor. Ve bu içeriklerden bazılarında bahsedilenler derinlikli ve uygulanabilir olmadığında bile en azından bir fikir verebiliyor. Ne gibi pratik adımlar atarak kendimi daha iyi odaklanabilir hale getirebilirim sorusuna cevap aramak, özgüven üzerine kayda değer bir şeyler bulmaktan çok daha kolay. Çünkü konunun kendisi somut düzleme çekmeye daha yatkın. Podcastin alışkanlıklar ve rutinler bölümünde bu sayede biraz daha aksiyon alabilmek üzerine konuşmuştuk.
Bunun yanında özgüven çok daha kapalı işleyen bir süreç. Başka bir insanda parmakla gösteremediğiniz ama hissedebildiğiniz bir şey. Ve belki de en önemlisi, “mış gibi yapmanın” faydadan çok yük olduğu bir beceri. Özgüveninizin düşük olduğunu hissettiğiniz bir anda özgüvenli gözükmeye çalışmak kendinize dair kabul etmediğiniz ve sakladığınız bir şeyler olduğu anlamına geliyor. Bu da zaten kısıtlı bir kaynak olan zihinsel eforu, yapacağım işten eksiltip dışarıdan nasıl algılanacağım üstüne harcamak demek.
Mindfulness düzleminde okuduğum çok basit bir cümle aklımda çok yer etti ve özgüveni algılayışımı da büyük oranda şekillendirdi. Cümle çok kısa, çok net, ama sizi götürdüğü yer ve açtığı çağrışım kapıları bence çok zengin. “Sen zihnin değilsin.” Cümle bu. Devamında duyguların değilsin, düşüncelerin değilsin, hissettiklerin değilsin, davranışların değilsin diye gidiyor. E bu çok bariz bişey, heralde yani diye düşünmüştüm ilk okuduğumda. Sonradan bunlar ben değilsem ben nedir? sorusu geliyor doğal olarak. Benim …m var diyebildiğim hiçbir şey değilim. Benim zihnim var diyebiliyorum, öyleyse zihnim ben değilim.
Ben neyim sorusunun net bir cevabı yok, ancak ne olmadığımı anlayabiliyorum. Zihnim olmadığımı biliyorum çünkü kafamın içinde senaryolar üreten, benim fark edemediğim şeylerden etkilenen, bazen bana yardım eden ve destek olan, bazen de işleri zorlaştıran ve yoluma engeller koyan bir mekanizma var. Mesela masama oturuyorum ve gerçekten de çalışmak istiyorum. Kafamın içinden bir ses diyor ki “Ya bu günlerde başlayacak bir turnuva vardı, onu bir kontrol etsene başlamadan.” Yok diyorum, şimdi ona bakmak için telefonu elime alsam oradan oraya zıplarım dikkatim dağılır. “Bir şey olmaz, iradesiz biri misin ki istediğinde telefonu bırakamayasın? Bak hadi.” diyor bu sefer de.
Başka bir zaman da fiziksel yorgunlukla birlikte o gün yapmayı kararlaştırdığım bir işi ertelemenin kıyısında duruyorum. Egzersiz yapmak ya da evle ilgili yapılması gereken bir şeyler olabilir. Tam bunların tersi yönünde aksiyona geçecekken bu sefer kafamdaki sesin hoşuna gitmiyor ve beni üşenmemeye, ertelememeye ikna ediyor. Tembellik edersem günün geri kalanında kafamın içindeki müzik çalara “suçluluk” kasedini koyacağı ve tekrar tekrar çalacağı konusunda beni kibarca uyarıyor.
Zihin dediğimiz şey performans anında da kafasına göre bir taraf seçebiliyor. Benim için önemi büyük bir müsabakanın öncesinde bazen geçmişteki en iyi performanslarımdan birini hatırlatıyor, kendini ne kadar enerjik hissettiğinden ve karşı takımdaki oyuncularının gözüne biraz çelimsiz geldiğinden bahsediyor. Bazen de kendimi felaket senaryoları, gerçek olmayan sakatlıklar, ya da antrenörün küçük bir ifadesinin olabilecek en kötü şekilde yorumlanması gibi şeyleri dinlerken buluyorum.
Özgüven, sanki zihnimin bana her zaman iyi şeylerden bahsetmesi ve beni istediğim yönde motive etmesiymiş gibi anlaşılıyor. Ama bu gerçekten uzak bir özgüven tanımı. Zihnim üzerinde böyle bir kontrole sahip değilim, onu sadece istediğim olumlu duygu ve düşüncelerle donatamıyorum. Ki böyle bir şey olmasını da istemezdim zaten, çünkü böyle bir zihin beni tehlikelere karşısında oldukça savunmasız bırakırdı.
Zihnim aynı zamanda uzun bir evrimsel sürecin ve benim kişisel tarihimin ortaya koyduğu zengin bir kaynak. Bu kaynaktan bahrum kalmak da tercih edeceğim bir şey değil. Potansiyel tehlikeye ve karşılaşabileceğim zorluğa dair ipuçlarını okuyamaz ve onlara çok daha açık hale gelirdim. Gelecekteki bir hedefe ulaşmak için, şimdiki zamanda karşılık görmeden efor harcamam, kendimi zora sokmam da pek mümkün olmazdı.
Peki ben bu zihinle ne yapacağım? Sadece onun keyfinin iyi olduğu günlerde mi ben de iyi olacağım? Bu noktada özgüvene dair zihnin bir özelliğinden çok, ilişkisel bir bakış açısı kazanmak değerli bence. Özgüven benim ya da zihnimin bir niteliği değil, zihnimle aramdaki ilişkinin sahip olduğu bir nitelik. Bu ilişkiyi, başka bir insanla sahip olduğum bir ilişkiymiş gibi rahat rahat konuşalım ve bu insanın benim kafamın içinde yaşıyor olması durumu değiştirir mi ona bakalım.
Bu yakın ilişki romantik bir ilişki de olabilir, bir dostluk da olabilir. Karşımdaki insanla çatıştığım, aynı düşünmediğim noktalar var, aynı zihnimle olduğu gibi. Bu ilişkiyi daha güvenli, daha kaliteli bir yere doğru getirmek için ben neler yapabilirim? Bu çatışmayı kökten çözmenin bir yolu karşımdaki insanı sessizleştirip onun yerine de benim konuştuğum, replikleri yazıp eline verdiğim bir senaryo. Yani kendim çalıp kendim oynuyorum ve karşılıklı konuşurken bu sayede hiç çatışmıyoruz.
Birincisi, zaten böyle bir şey mümkün değil çünkü karşımda kendi iradesi olan başka bir insan var. İkincisi, karşımdakinin üzerinde böyle bir dominasyon kurmayı başarmış olsam bile bu ilişki içinde olmayı ister miyim? Şahsen ben istemem, çünkü böyle bir yakın ilişkide olmak çok tekdüze ve yapmacık. Kendimi, yakınımdaki birinin gözünden de tanıyabilme şansımı yok etmiş oluyorum ve farklı bir bakış açısını tanıma şansından mahrum kalıyorum.
Bir başka çözüm önerisi, hoşuma gitmeyen ya da aynı düşünmediğim konularda iletişimi kesmek, karşımdakine kulaklarımı tıkamak. Bu da hem yapması zor hem de kısa vadede rahatlatan ama uzun vadede sorunun büyümesine sebep olan bir yaklaşım. Bir kere yakın ilişkide olduğum insan, duyulduğunu hissedene kadar bunları söylemekten vazgeçmeyecek. Başka şekillerde, başka konularda, benim duymaktan kaçındıklarımı tekrar tekrar ban söyleyecek. Ben bunlara kulak tıkamaya devam ettikçe de ilişkimiz kopacak.
Özgüvenle bütün bunların ne alakası var diyorsanız ve buraya kadar sabrettiyseniz biraz daha dayanmanızı isteyeyim. Yukarıda bahsettiğim bu yolları izlemeye çalıştığımda yakın ilişkilerim zamanla zayıflıyor ve belki de kopuyor. Bu insanla daha az temas halinde oluyorum, onun tarafından anlaşılmak ya da onu anlamak üzerine olan beklentim gün geçtikçe azalıyor. Bu ihtiyacımı da başka temaslarla gidermek üzerine yeni ilişkiler kuruyorum. Ama zihinle olan ilişkimize dönersek, zihnimden başka bir zihne geçme, zihnimi değiştirme gibi bir şansım yok. Yani farklı yol bulamadığım ve zihnimle güven üzerine kurulu bir ilişki inşa etmedikçe anlamadığım, anlaşılmadığım ve sürekli mücadele ettiğim bir yakın ilişki içinde olacağım. Hem de içinde olup olabileceğim en yakın ilişki.
Zihnimi yakından tanıyabilmek, neyi neden söylediğini, ne kastettiğini, amacının ne olduğunu anlamak elimdeki tek seçenek. Onu susturmak, dediklerini çarpıtmak ya da duymazdan gelmek birer seçenek değil. Kendimizi en güvende hissettiğimiz ilişkiler, içinde bolca sessizliğin olduğu, konuşmadan anladığımız ve anlaşıldığımız ve kendimizi yargılanmadan rahatlıkla ifade edebileceğimizi bildiğimiz ilişkiler. Ama bu noktaya bir anda gelmediğimizi de unutmamak lazım. Sessizlik içinde anlaşabilmenin temelinde uzun konuşmalarla birbirini tanımak, anlamak var. Aynı şekilde karşıt fikirleri ifade edebileceğimiz ortam olduğunda ve ya ikna etmek ya da ikna edilmek zorunda olmadığımızı fark ettiğinde güvende hissedebiliyoruz.
Zihnimle güvene dayalı bir ilişkide de inşa ettiğim yapı bu. Bana söylediklerini, önüme çıkardıklarını, bütün duyguları, düşünceleri ya da senaryoları kontrol edemem. Ama onlarla nasıl temas edeceğimi kontrol edebilirim. Onları dinlemem, anlamam, bastırmamam demek onlara itaat edeceğim anlamına gelmiyor. Zihnimi ancak gerçekten anladıktan ve tanıdıktan sonra, ona katılmamak ve kendi kararımı vermek benim elimde.
Dediğini yaptıramayan bir zihin zamanla sessiz kalmayı öğrenebilir. Ama kendini duyuramayan, bastırılan bir zihin bir kanal kapansa diğerinden fırtlayıp kafamdaki megafonu eline alacaktır. Temeli sağlam bir özgüvenin altında öncelikle yakından tanıdığım ve iyi ilişki kurduğum bir zihin var.
Akış anları, bize zihnimizin bu yönüyle ilgili paha biçilemez bir içgörü kazandırıyor aslında. Değerlerinize uyan, becerilerinizi kullandığınız ve sonuçları için değil, yalnızca o aktiviteyi yaptığınız için memnun olduğunuz işler yaparken zihin felaket senaryolarından, neden bu iş için yetersiz olduğunuzdan ya da geçmişteki kötü anılardan bahsetmez. Hatta genellikle hiçbir şeyden bahsetmez. O da sizinle birlikte, bütün kaynaklarıyla şimdidedir.
Beni böyle zamanlarda andan koparan, endişe duymam gerekenleri dikkatime getiren ve bazen de gerçek olmayanlarla bunu yapmaya çalışan bir zihnim varsa, bana söylemek istediği ve benim duymamakta ısrar ettiklerim var demektir. Kendince beni korumaya çalışıyordur ve bu bana zarar veriyordur. Zihnimle ilişkimi geliştirebileceğim, onu daha yakından tanıyabileceğim bir alanın varlığını en iyi gösteren de benim bunu fark edebilmemdir. Aslansın, kaplansın değil, ayakları yere basan, gerçek özgüvenin kaynağı da bu farkındalığın ardından zihnimle ilişkimi geliştireceğim çabada.
“Bunu asla yapamazsın” diyen zihnin “Eğer sonuç istediğin gibi gitmezse hayal kırıklığına uğramandan korkuyorum” demeye çalıştığını bilsek, ondan aynı derecede olumsuz etkilenir miydik mesela? Özgüvene dair yüzeysel bir çalışmada, yapmaya çalıştığım şey “Bunu asla yapamzsın” cümlesini duymamak ya da onu değiştirmeye çalışmak olduğunda hem zihnime karşı kazanamayacağım bir cephe açmış oluyorum, hem de sahip olduğum en yakın ilişkideki güveni zedelemiş oluyorum. Yani yapmak istediğim tam tersini yapıp uzun vadede özgüvene zarar veriyorum.
Özgüvenle farkındalık arasındaki ilişkiyi kurduğuma göre gönül rahatlığıyla bölümü kapıyorum. Zihnimi ne kadar tanıyorsam, onunla iletişimimi ne kadar geliştiriyorsam, zenginleştiriyorsam, aramızdaki ilişki yani özgüven de o kadar kaliteli oluyor. Bir sonraki bölüm odaklanma ve akış arasındaki ilişki üzerine olacak.




Yorumlar