top of page

Olimpiyat Sonrası Depresyonu: Olimpik Döngülerin Psikolojisi

Güncelleme tarihi: 8 Tem 2024

  • Olimpiyat tarihi M.Ö. 776 yılına kadar gidiyor. O zamanlar Olympia kentinde Antik Yunan tanrısı Zeus’u onurlandırmak için yapılan dini bir tören Olimpiyatlar. Modern olimpiyatların ilki ise 1896 Atina’da yapılmış. Kaç yaşında olduğunuz, nerede yaşadığınız, ya da hangi dili konuştuğunuz farketmez: iç içe geçmiş 5 halkayı görünce herkes konunun ne olduğunu anlıyorsunuz.

  • Biz spor seyircileri için gelmesini dört gözle beklediğimiz, sporcuların duygularına ortak olduğumuz, belki bu sayede yeni bir şehirle ilgili bilgiler aldığımız 4 yılda bir gerçekleşen bir organizasyon olimpiyatlar. Ama hayatını bir spora adayanlar için bambaşka bir anlam da taşıyor. Olimpiyatlar, rekabetçi sporun en üst noktası. Olimpiyat meşalesinin yanışı, sporcular için kurulan olimpiyat köyü, ülkeni en üst seviyede temsil etmek, hayatının sonuna kadar adın nerede geçerse geçsin parantez içinde yazacak olan o “olimpik sporcu” sıfatı, hele bir de altın madalya kazanmak…

  • Branşında belli bir düzeye gelebilmiş her sporcu, çocukluğundan beri bu hikayelerle ve hayallerle büyüyor. Olimpiyatlara gidebilmek için sadece fiziksel yetenekler de yetmiyor. Küçük yaştan itibaren hayatları bu anlatı çevresinde planlanıyor. Özel beslenme rutinleri, kaçırılan sayısız doğum günü partisi, yoğun antrenman programları, çocuğunu bir turnuvadan diğerine yetiştirmeye çalışan anne-babalar ve arkadaşları tatildeyken yapılan yoğunlaştırılmış kamplar… Bir yandan da hedef o kadar göz kamaştırıcı ve tatmin edici ki, bütün bu çabaya insanı ikna ediyor: dünyanın en iyisi olmak.

  • Olimpiyatlara katılma süreciyle ilgili çok fazla sayısal detaya girmeyeceğim ama şunu biliyoruz ki sporcular ciddi bir ön eleme sürecinden geçiyor ve sadece çok küçük bir yüzdelik dilim olimpiyatlarda yarışma fırsatı buluyor. Aynı zamanda yaş, sakatlıklar ve olimpiyatların yüksek rekabet düzeyi sebebiyle, olimpik sporcuların büyük çoğunluğu da kariyerlerinde sadece bir kere olimpiyatlara katılabiliyor. Yani senaryolar içinden en toz pembesini seçtiğimizde tablo şöyle: sporcu en iyi imkanlarla küçük yaştan itibaren hazırlanıyor, çevresindeki ekip ile birlikte şansının en yüksek olduğu olimpiyat senesi belirleniyor ve en azından 4 yıl süren yoğun bir olimpiyat hazırlığı süreci geçiriyor, ön elemeleri geçiyor, hem kendi antrenman performansının hem de benzer bir süreç geçirmiş dünyanın dört bir yanından gelen rakiplerinin performansının üstüne çıkıyor ve altın madalyayla eve dönüyor.

  • Bu senaryoyu her branştan dört yılda bir sadece bir sporcu yaşıyor. Olimpiyat elemelerini geçemeyenlerden ve olimpiyat sahnesinde hayal kırıklığı yaşayanlardan henüz bahsetmedim bile. Ve görünen o ki, o milyonda bir olmak bile mutluluğun, tatminin ya da maddi güvencenin garantisi değil. Olimpiyatlar öyle ya da böyle sona eriyor, sporcular evlerine dönüyor, ve bütün rutinlerin, algıların değiştiği yeni bir süreç başlıyor.

  • “Post-Olympic Blues” yani olimpiyat sonrası depresyonu, spor psikolojisi literatüründe üzerine bolca çalışılmış bir alan ve sporcuların bu stresli geçiş sürecindeki bilişsel ve duygusal tepkilerine verilen isim. 2020 yapımı Weight of Gold belgeseli bu süreci bütün ayrıntılarıyla gözler önüne seriyor. Belgeselin yapımcılarından birinin de kırılmadık rekor, alınmadık madalya bırakmamış yüzücü Micheal Phelps olması, bu zorlukların sadece “başarısız” olanlara özel olmadığını kanıtlar nitelikte. Belgeselle oldukça paralel giden, 2022’de, 14 İngiliz olimpik sporcuyla yapılan araştırma üzerinden bu kavramı biraz tanıyalım istedim. Birçok araştırma içinde bunu seçmemin sebepleri güncel olması, farklı branşlardan sporculara yer vermesi ve birçok finalistin yanında bronz, gümüş ve altın madalya kazanan sporcuların da olması. Bir diğer özelliği de çalışmayı yürüten birinci yazar da İngiliz olimpik sırıkla atlamacı, Holly Bradshaw. Çalışma sporcuların olimpiyat hikayelerini ve algılarını tematik analiz kullanarak incelemiş ve 6 ana başlık altında toplamış. Bunlar: olimpik rüya, olimpik kabus, objeleşme, sosyal destek algısı, yetersiz hazırlık ve idare etme ve üstesinden gelme.

  • Olimpik rüya aslında az önce anlattığım senaryo. Olimpiyatlara katılmak bir sporcunun başına gelebilecek en önemli ve en anlamlı şey olarak içselleştirilmiş durumda. Birçok olimpik sporcunun da ortak anlatısı çocukluğundan beri hayalini kurduğu ve çalıştığı hedefin gerçekleşmesi. Hatta küçük bir kesim için de olsa bütün emekler karşılık buluyor ve yarışma anı beklenenin bile üstünde bir performansla rüya gibi geçiyor.

  • Her ne kadar hikayeler çok pozitif bir yerden başlasa da, sporcular rüyalarının nasıl kabusa dönüşebildiğini de anlatıyor. Olimpiyatlar sırasında yaşanılan içsel çatışmalar, medyanın duyarsızlığı ve düşüncesizliği, kendini yalnız hissetme ve hem kendi hem de çevresindekilerinin beklentilerini karşılayamamış olma, sporcuların baş ettiği ilk zorluklardan. Olimpiyat sürecinin, küçüklüklüklerinden beri kafalarında tasarladığı gibi olmamasının hayal kırıklığı, olumsuz duyguları daha da yoğun yaşamalarına sebep oluyor.

  • Bu rüyanın kabusa dönüşme anı Lolo Jones’un hikayesinde tam anlamıyla hayat buluyor. Lolo, 60 ve 100 metre engelli koşularında uzmanlaşmış, ulusal medyanın da çok sevdiği göz önünde bir Amerikalı koşucu. 26 yaşında Amerika şampiyonu olarak ilk kez 2008 Beijing Olimpiyatlarına katılıyor. Yarı finali birincilikle tamamlıyor ve finale favori olarak çıkıyor. Altın madalyaya saniyeler kala yarışı birinci götürürken, sondan ikinci engele takılıyor ve yarışı da sondan ikinci olarak tamamlıyor.

  • Hayatında büyük etkisi olan bir an tabii onun için, kariyerinin zor günleri o saniyelerden sonra başlıyor ve yarışın bittiği anı yıllar sonra bile aynı duyguları hissederek anlatıyor. “Bütün kariyerim boyunca -antrenmanlar, yarışlar bütün koşularım dahil- toplam üç kere engele takıldım ve bunlardan bir tanesinin hayatımın en büyük yarışına, olimpiyat finallerine denk gelmiş olmasına inanamadım.” Hem kendi yaşadığı, hem de tribünde ailesinin yaşadığı hayal kırıklığı defalarca ekrana geliyor ve yarışı kazanan Amerikalı takım arkadaşı Dawn Harper’dan katbekat fazla yer buluyor medyada. Yarıştan öncesine kadar yılların birikimiyle oluşan imajın gücü sayesinde, yıkımın etkisi ve dolayısıyla hayal kırıklığı hikayesinin de pazarlanma gücü çok daha yüksek.

  • Hem çalışmaya katılan, hem de belgeselde röportaj veren sporcuların, istisnasız tamamı, asıl görevlerinin madalya kazanıp sporlarının fonlanmasını devam ettirmek olduğundan bahsediyor. Bu da onları daha az “insan” daha çok “ürün” gibi hissettiriyor. Aldıkları sonuçların sadece kendi başarıları ve kariyerlerinin değil, federeasyonun ve bütün çalışanların işlerinin de geleceğini belirleyeceği sıklıkla hatırlatılıyor ve bu da onların üzerindeki baskıyı arttırıyor.

  • Katie Uhlaender, bir skeleton yarışçısı, hani şu buzdan sert virajların olduğu bir pistte kızakla yüksek hızlara çıkılan spor. 25 yaşındaki Katie yarışlardayken, annesinden, kanser ile mücadele eden babasının durumunun kötüye gittiğinin ve muhtemelen o gelene kadar dayanamayacağının haberini alıyor. Antrenörüne durumu anlattığında ise “Sen madalya için tek umudumuzsun, seni gönderemeyiz.” cevabını alıyor. Katie, yarışlar bitmeden babasının ölüm haberini alıyor. 11 yıl sonra bu olayı atlatmadığı, muhtemelen hayatı boyunca da atlatamayacağı bir pişmalık olarak kalacağını söylüyor.

  • Bütün sistemin sporcu değil madalya odaklı oluşunun nasıl boyutlara ulaştığını bir sporcu şöyle anlatmış çalışmada: “2016 Rio Olimpiyatları sonrası bizi eve götüren uçuşta, sporcular aldıkları madalyaya göre uçağa yerleştirildi, altın madalya kazananlara birinci sınıf, diğer madalyalara premium ekonomi, madalya kazanmayanlara ekonomi sınıfı biletler verildi.” Yine aynı uçaktan bir sporcu da durumu şöyle anlatıyor: “Çok net bir “biz ve onlar ayrışması” oluşturuldu. İnsanların sosyal medyada ön taraftaki partiden yaptığı paylaşımları gördüm, ve bu benim olduğum uçuş değil heralde diye düşündüm.” Sporcular ülkelerine döndüklerinde ise, eğer madalyaları yoksa kimsenin umrunda olmadıklarını, ve adeta üretim bandından düştüklerini hissettiklerini anlatıyor. Madalya şanslarını kullanamamışlardı ve yerleri yeni gelenler tarafından doldurulacaktı.

  • Konu çevresindeki yardım mekanizmalarına gelince bu yardımın iki boyutundan bahsediliyor: yardımın varlığı/yokluğu ve niteliği. Sporcuların birçoğuna göre, çevrelerinde onlara sunulan bir psikolojik destek mekanizması yok. Bunu direkt olarak takımlarından organizasyonlarından talep etmelerine rağmen talepleri karşılanmıyor. Bunun yanında, çevrelerinde böyle bir kaynak olmadığı için yardıma ihtiyacı olup olmadığını fark edememek de olimpik sporcular için bir gerçeklik ve bu seviyedeki sporcular için yardım isteyebilmek daha da zor. Olimpik buz patenci Sasha Cohen durumu şöyle anlatıyor: “Yardım istememizin önüne geçen şey, aslında olimpik sporcu olabilmemizi sağlayan şeyle aynı. Güçlü olduğunu tüm dünyaya göstermek zorundasın ve eğer çıkıp mental sorunlar yaşıyorum dersen, bu dışarı yansıtmaya çalıştığın yenilmezlik algısını kırıyor.”

  • Spor psikologlarına erişimi olanlar için de farklı sorunlar var. Özellikle takım sporlarında, sporcular organizasyon tarafından çalıştırılan spor psikologlarıyla güven sorunları yaşayabiliyor ve bu da verimli ve etik çerçevede bir çalışma yürütülmesinin önüne geçebiliyor. Katılımcılardan biri, sadece takım psikoloğuyla konuştuğu bir konunun, federasyon tarafından ödeneği kesilirken başka bir takım çalışanı tarafından aleyhine kullanıldığını ve büyük bir hayal kırıklığı yaşadığını anlatıyor. Ayrıca sağlanan destek de yüzeysel ve sadece performans odaklı olduğunda, sporcular kendini birer madalya makinesi gibi hissetmeye devam ediyor. Olimpik atlayıcı David Bouida’nın, ekibi tarafından performansa mental olarak hazırlanırken, aynı anda depresyon ve intihar düşünceleriyle kendi başına savaştığını hissetmesi buna en iyi örnek.

  • Sporcuların olimpiyatlar sonrası kendilerini içinde bulduğu durum tam olarak sudan çıkmış balık ve bunun en büyük sebebi sonrasındaki süreç için hazırlıklı olmamaları. Her 4 yılda bir hayatının ilkini yaşayan Olimpik sporcular bu krizle tanışsa da, “Aslansın, kaplansın” türünden bir motivasyonla, dikkatleri dağılmaması için onlardan saklanan bir gerçek olimpiyat sonrası depresyonu. Objektif bakıldığında böyle olmaması gerekse de ışıklar söndüğünde boşluk, suçluluk ve değersizlik duyguları ile baş başa kalıyorlar.

  • 4 yıl sürecek bir olimpik döngüyü daha kaldırabilecekler mi? Eğer madalya ile dönemedilerse kendi imkanlarıyla bunu sağlamaları gerekiyor. Lolo Jones Amerika’ya dönüp takıma seçilmediği haberini aldıktan sonra, ödeneğinin kesildiğini ve bir ay sonra sağlık sigortasının da iptal edileceği haberini alıyor. Birçok sporcu olimpiyatlara hazırlanırken başka işlerde çalışmak ya da borçlanmak zorunda kalıyor.

  • Michael Phelps bile, 2008’de 14 madalya ile Olimpiyat tarihinin en başarılı sporcusu olduktan sonra 2012 olimpiyatlarına hazırlanırken motivasyon düşüklüğü yaşadığını söylüyor, ve 2014’de depresyon ile mücadelesinde 45 günlük bir rehabilitasyon süreci geçiriyor. 2010’dan bu yana sadece Amerikalı olimpik sporculardan kayakçı Jeret Peterson, spor atıcı Steven Scherer, bisikletçi Kelly Catlin, ve judocu Jack Hatton, depresyon sebebiyle hayatına son veriyor. Amerikalı kızakçı Steven Holcomb, olimpik sporcuların mental sağlığıyla ilgili farkındalığın artması için kendi tecrübelerini paylaştığı kitabını yayınladıktan ve Weight of Gold belgeselinde yaşadıklarını anlattıktan sonra 2017’de Amerika Olimpiyat Merkezi’ndeki odasında intihar ediyor.

  • Tüm dünyaya sporun güzelliğini ve birleştirici gücünü gösteren organizasyonların, genç sporcuların hayatına mal olmaya kadar gitmesi, yapısal sorunları işaret ediyor. Bunlardan ilki oluşturulan beklentiler ve geri kalan her şeyin feda edildiği, tek yönlü bir hayat inşasının desteklenmesi. Artan rekabet ve endüstrileşme ile sporcudan çok sportif başarıyı öncelendiren bir sistem oluşuyor ve sonuç olarak sporcular kısa sürede bu sistem sayesinde yükselebilse de uzun vadede yine bu sistemin açtığı yaralarla baş başa kalıyorlar.

  • Sporcuların, küçük yaştan itibaren, performansın ve rekabetin bütün yüzleriyle tanışarak, çevresindeki yetişkinkinlerin hırslarıyla tek bir anlatıya sıkışmadan yetişmesi çok önemli. Psikolojik destek, acil durumlardaki sorun çözme mekanizması değil, yarışma öncesi, sırası ve sonrasında istikrarlı bir şekilde, sporcuların ulaşabileceği bir kaynak olarak bulunmalı. Sporcu yetiştiren bütün kişi ve kurumlar, kendilerini sporun psikolojik boyutlarıyla iligli bilinçlendirmeli ve onlara güvenen çocuklar ve aileleri için bu sorumlulukla hareket etmeli. Bu noktada bölümü sevdiğim bir Kaan Kural sözü ile bitiriyorum: “Spor çok değerlidir ama hiç önemli değildir.” Oyundan zevk almak, amatörlerin olduğu kadar elit sporcuların da hakkıdır diye düşünüyorum ve bu zevki sürdürülebilir bi şekilde kuşaktan kuşağa aktarmanın tek yolunun psikolojik farkındalık olduğunu savunuyorum.

  • Hepimiz olimpik sporcu değiliz, ama hayatımızda tamamlamanın sonsuz mutluluk anlamına geleceğinden emin olduğumuz olimpik hedeflerimiz var. Tarihin en başarılı olimpik sporcusu mekanizmanın böyle çalışmadığını söylüyor. Bu, gözümüzü sonuçlardan biraz alıp süreçlere odaklanmamız için iyi bir işaret olabilir mi?



  • Referanslar: - Holly Bradshaw, Karen Howells & Mathijs Lucassen (2022) Abandoned to manage the post Olympic blues: Olympians reflect on their experiences and the need for a change, Qualitative Research in Sport, Exercise and Health, 14:5, 706-723, DOI: 10.1080/2159676X.2021.1993974 - Kaitlin L. Crawford, Brian Wilson, Laura Hurd & Mark R. Beauchamp (2023) Reaching out: help seeking among professional male ice hockey athletes, Qualitative Research in Sport, Exercise and Health, 15:3, 364-381, DOI: 10.1080/2159676X.2022.2111458 - Weight of Gold - HBO Sports Documentary 

 
 
 

Yorumlar


© 2024 by Görkem Bilenoğlu, MSc. 

bottom of page